“Atımı kaybettim sanır, bindiği atı inat ve hırçınlıkla yolda hızlı hızlı koşturur. O yiğit atını kaybolmuş sanır. At ise onu yel gibi koşturmuştur. O sersem bağırır, arar, tarar kapı kapı dolaşır, her tarafı arar sorar: ‘Atımı çalan nerede, kimdir?’ ‘Efendi, şu uyluğunun altındaki mahluk ne?’ ‘Evet bu attır; fakat bu at nerede?’ Ey at arayan yiğit binici, kendine gel! Can, apaçık olduğundan, pek yakın bulunduğundan görünmez. İnsan, içi su ile dolu, dışı kupkuru küp gibidir.” (Hz. Mevlana, Mesnevi, cilt I, s. 90)

Hayat denilen bu yolculukta, bir kayıp, bir eksiklik duygusuyla bir arayış içindeyizdir çoğu zaman. İlginçtir ki, her buldum dediğimizde büyüsü kayboluveren buluşlar yaşarız genellikle. Buldum, diyerekten sarıldığımız şeylerin doyum vermediğini görürüz üzülerek. Hatta gün gelir, “her şey tamam, ama bir şey eksik! Ama ne?” der ve şaşakalırız. Bilinçli olarak, yalnız belirtilerini, yansımalarını fark ettiğimiz eksiklik duygumuzu gidermek için yeni bir arayış içine gireriz yeniden.

Halbuki atını kaybolmuş sanıp da atını koşturarak yine atını arayan biçarenin durumundan pek de farklı değildir halimiz. Kendimizi arar dururuz aslında durmadan. Çünkü Yunus’un ifadesiyle “Beni benden demen bende değilim/Bir ben vardır bende benden içeri” olan bir ben vardır bizde ve onu bildikçe, tanıdıkça anlamını bulacaktır fiillerimiz. Yine Yunus Emre bu gerçeğe “İlim ilim bilmektir/İlim kendin bilmektir/Sen kendini bilmezsen/Ya nice okumaktır” diye işaret eder. Eğer kişinin eylemleri kendi içindeki ‘ben’i bulmaya yönelik değilse bu tamamlayıcı, doyurucu olmayacaktır. Oysa varlığımızın o en güzide yönü keşfedilmeyi ve geliştirilmeyi bekler. Özümüzden uzaklaştıkça doyumsuzluğumuz da artar.

Günlük hayatın koşuşturmacası insanı özünden ayrı düşürmektedir. Can kişiye çok yakın iken, içindeyken, gömülür kalır hayallerin, hayal kırıklıklarının, pişmanlıkların, tereddütlerin altına. Ardından onu kaybetmişlik duygusu belirir içte. Sonra da o bütünlük, birlik duygusunu bulmak için dışarılarda ararız onu. “Atımı çalan nerede, kimdir?’ diye sorar dururuz. ‘Efendi, şu uyluğunun altındaki mahluk ne?’ derler bize ama biz, ‘Evet bu attır; fakat bu at nerede?” diyen yiğit gibi canı ararız, özümüzü bulmaya çalışırız. Ama insan olarak neyi aradığını bile unutuveririz çoğu zaman. Ne aradığımızı bilmeyince de neyi bulmuş olduğumuzun bile farkında olmayız. Arar dururuz.

Oysa arayış yolculuğunun yönü, kendine/kendi benliğine doğru olduğunda tatmin oluşturuyor arayış. Kendi özünden uzaklaşma sonucunda ise depresyon, kaygı, endişe, kargaşa, doyumsuzluk sarmakta dört bir yanımız. Oysa tek yol, yegane yolculuk kalbe giden yol/culuk.

Bir cevap yazın