ÇOCUKLAR VE BABALARI
Sizin hiç babanız öldü mü?
Benim bir kere öldü kör oldum.
Yıkadılar, aldılar götürdüler
Babamdan ummazdım bunu, kör oldum.
Siz hiç hamama gittiniz mi?
Ben gittim; lambanın biri söndü.
Gözümün biri söndü kör oldum.
Tepede bir gökyüzü vardı yuvarlak,
Şöylemesine maviydi kör oldum.
Taşlara gelince, hamam taşlarına;
Taşlar pırıl pırıldı, ayna gibiydi.
Taşlarda yüzümün yarısını gördüm.
Bir şey gibiydi, bir şey gibi kötü,
Yüzümden ummazdım bunu kör oldum.
Siz hiç sabunluyken ağladınız mı?
Cemal Süreyya
“Mehtaplı bir geceydi. Önde babam, ardımda anam… Babamın peşi sıra gidiyor ve toprakta oluşan ayak izlerine basmaya çalışıyordum. İnsanın ardı sıra gidebileceği bir babasının olması ne harika bir şey” dedi ve ekledi; “Ama…”
Günümüz ailesi ‘babasız’ ne yazık ki… Tabii ki de bir babaya sahip. Ne ki, görevlerini, sorumluluklarını, dahası babalığını başkasına devretmiş olarak var. En çok da anneler hem anne, hem de baba olarak var olmaya çalışıyorlar. Sonuçta onlar da, babalık yapmaya çalışırken, annelikten de oluveriyorlar, babalığı da yapamıyorlar.
Oysa babalık, kolay kolay devredilemeyen bir şey. İnsan bir kere baba oldu mu, artık sonsuza kadar baba… Bu görevin bir kısmını anneye, bir kısmını öğretmene, diğer bir kısmını hocaya, öbür kısmını ekrana (tv, bilgisayar, telefon, vs), daha bir büyük kısmını paraya bırakmakla babalıktan sıyrılamıyor. Dağ gibi durmakta orda hala.
Baba olmakla, babalık yapmak apayrı şeyler halbuki. Çocuğumuz doğunca baba oluveriyoruz; babalık yapmış olmuyoruz. Doğumuyla bizi sonsuza kadar değiştiren, baba yapan o minik yavrucak, bizden de bir isteği var yaşamının büyük kısmında, hatta yaşadığımız sürece; Babalık icra etmemiz.
Çocuklar, izlerini takip edebileceği ebeveynler ister çok şeyden önce. Gücüne ve koruyuculuğuna şahitlik edebileceği babalar ister. Ebeveyninin sevgisinden daha çok kendi sevgisinin anne-babasına ne kadar da iyi geldiğini görebilmeyi ister. Aslında çocuklardan daha çok bizim onlara ihtiyaç hissettiğimize şahitlik etmek ister. Bu ihtiyaçları yalnızca annesinden ve ya bir başkasından alıyor olması da yeterli olmamaktadır. Çocuğun dünyasında kim varsa beklenileni yapmalıdır. Vefat eden babanın olmayışını bir çocuk kabullenip bir şekilde bunu tolere edebilirken, hayatta olduğu halde OLMAYAN bir babayı kolay kolay hazmedememektedir.
İmam Gazali’nin ifadesiyle; ‘Çocuk babadan Allah’ın celalini, anneden de cemalini’ öğrenmektedir. Çocuğun celali öğrenebilmesi için de, babanın yaşamına şahitlik edebilmelidir. Günümüz hayatında genellikle, çocuklar gün içinde babalarını görmemekte, hatta bazı çocuklar babasının ne iş yaptığını bile bilmemektedir. Çocuk ve baba birlikteliği ise sadece akşamın belli saatleri ve tatil günleri mümkün olmaktadır. Bu şartlarda, çocuğun celal sahibi, kural koyan ve bunu uygulatan, otorite sahibi yani alanında güvenilir, sözü dinlenir bir kişi olan babayı tecrübe edebilmesi için, babaya her zamankinden fazla iş düşmektedir. ‘Olmayan’ bir babaya mukabil, ‘olmak’ demek despotlukla zulüm ve sertlik demek de değildir. Her şeyden önce, belki de yavrusunun varlığından hoşnut olabilme, bu nimetin kadrini kalbinin en derununda yaşayıp bunu gözleriyle evladının gözlerine akıtabilmek, yaşamına girdiği için onunla onur duymak ve bunu ona sunabilmektir baba ‘olmak’. Bu hal ile birlikte evladının yaşama sanatını öğrenmesi esnasında en yakınında olabilmektir. ‘Evladıma, ihtiyaç duyduğu baba olacağım!’ niyetine bürünebilmektir. Bu niyeti sulamaktır yavrusunun sevinçleriyle.
“İnsanın ardı sıra gidebileceği bir babasının olması ne harika bir şey. Ama bilmiyorum ki ben ardından gelinecek bir baba mıyım? Değil mi ki; İnsanın babaya, sadece doğmak için ihtiyacı yok!”